Düzenek
Esas itibariyle varılması gereken nokta şu ki: Hayatı fazla ciddiye almak oldukça yıpratıcı. İnsanları olduğu gibi kabullenmek ise toplumla barışık olmanın tek yolu. Diğer yandan kendinize olan saygınızı kaybetmek de an meselesi.
Yalnız kalmamak adına kabullenmek. Siz kabullenilmezken.
Ve kabullenilmeyi beklemek: Alın işte, afakî bir bekleyiş.
Bazı seçimlerimize oldukça muktediriz ama elimizde olmayan nedenlerden dolayı mecbur bırakıldığımız o kadar çok durum var ki. Ve bu akıl karışıklığının tek dermanı: Kaderci bir anlayış ve maneviyat.
Bazı şeyleri ne kadar zorlarsak zorlayalım, her şey olacağına varıyor. Aklın bile almayacağı, tahmin etme imkânının bulunmadığı sayısız örnek. Ki ancak başa gelince vakıf oluyoruz çoğu şeye ve işin ciddi boyutuna.
Sunulanlar ve kabul edilmeyi bekleyen acı gerçekler. Evet, gerçek dediğimiz her ne ise: Biz her ne kadar iyi yönlerini görmeye çalışsak da, gerçek tüm çıplaklığı ile önümüzde avaz avaz bağırmakta.
Yaşayan bilir. Ve ipler her zaman da elimizde olmayabilir. Bir de bakmışız ki; başrolden figüranlığa geçmişiz senaryoda. Eh, ne de olsa senarist her şeye muktedir.
İpleri gevşetmeli belki de ya da bırakmalı dizginleri. Zamana ve hayat denen şelaleye teslim olup, akan gidişata uyum göstermeli. Zor ama imkânsız da değil diğer yandan.
Bilmediğimiz ve bilme ihtimalimizin bile bulunmadığı yaşanmışlıklar ve bir o kadar da yaşanmaya müsait durumlar.
Zaten bir noktadan sonra kontrolden ve görüş alanımızdan da çıkmakta çoğu şey ve olay.
Ya mutluluk dediğimiz o bulunması zor duyguya ne demeli...
Belki anlık bir olgu, yoksa bir ömür boyu sürüp gitmesi de muhtemel...
Ya oldukça mutlu görünenlere ne demeli. Mümkün mü her anını mutlu geçirmek. Ya da bürünülen bir rol mü şen kahkahaların eşliğinde. Bu denli kirlenmiş bir dünyada yaşarken ve haksızlıklar diz boyu iken, sayısız insan açlığa, ölüme ve zulme terk edilmişken, mümkün mü mutlu olmak ya da dilekler gerçekleşmezken olası mı?
Yoksa hafife mi almalı hayatı her şey yolundaymışçasına ve anlık duygularla, ego tatminleri ve bedensel zevklerle mi oyalanmalı...
Vur patlasın, çal oynasın... Bu mu olmalı zihniyet, gerçekleri göz ardı edip...
O kadar çok insan var ki mutsuzluğu dibine kadar yaşayan. Sadece etrafa göz atmak yeterli. Çoktan inanmayı bıraktım herkesin mutlu olduğuna dair.
Teselliyi farklı şeylerde arayanlardan tutun da etraftakilerin mutsuzluğunu kendilerine kaynak alanlar, üstünlük taslama gayretiyle mazlumu ezenler ve dedikoduyu ya da diğer deyişle gıybeti marifet sayanlar.
Dayanıklı olmak ise ilk kural. Biraz da algıda seçicilik. Çok fazla itibar etmemek herkese ve her söze. Tabii ki hassasiyeti de arka plana atmak şartıyla.
Ve diğer bir gerçek de; mutluluk ile hüznün zıt kardeşler olmadığı gerçeği. Mutluluğu duyumsarken hüznü de yaşayabilmek mümkün buna paralel olarak. Zira bizi biz yapan tek bir duygu değil tam tersi sayısız duygunun ahenkli dansı...
Sahip olduklarımız ve bizden çalınanlar. Ne zordur buna dayanmak. Ama güçlü olmak da oldukça olası. Zira her yaşanan badire bir kat daha güçlendirmekte bizleri.
Sıkıntılar ve beraberinde sabrı öğrenen bizler. Acı eşiği öyle bir noktaya gelebilmekte ki...
Bir yandan kıvranırken diğer yandan da gardınız inanılmaz yükselişte.
Anlık duygular, serzenişler, anlık hüzünler de hayatın bir diğer gerçeği ve kolaylıkla da yanlış bir intiba uyanabilmekte zihinlerde. Önemli olan genelde yaşadığınız ve taviz vermedikleriniz. Çünkü gidişat önemli. Her an bir sapma olabilmekte artı ya da eksi yönde. Önemli olan dayanıklılığın süre gelmesi.
Yanlış anlaşılmak nasıl da mümkün. Türlü türlü düşünceler barınabilir insanlarda. Yürüdüğümüz yol itibariyle; sonuca kilitlenip, beklentiler doğrultusunda hareket etmek de işin bir diğer püf noktası.
Bir hedef belirleyip, küçük ve kararlı adımlarla ilerlemek.
Günlük koşturmaca içinde anlık hoşluklar elbette renk getirecektir hayatınıza. Kimseler bilemez oysa neyin ya da kimin hoşluk yarattığını. Zira ne çok şey var dile gelmesi mümkün olmayan, öyle şeyler olabilmekte ki süreç içinde; kime hangi birini yansıtabilirsin ki...
Her şeye ve herkese rağmen, iyi bir insan olmayı hedefleyip, sevgiyle yüceltmek hem kendinizi hem de insanları. Zira işin sevgi boyut aslında en önemli ipucu hayatla olan kontağımızı kurarken.
Sevginin gücü... Tüm olumsuzluklara ve inanmayanlara rağmen... Kim ne derse desin; tek bir bakış, tek bir sözcük, tek bir davranış o kadar çok şeye muktedir ki...
Sayısız olumsuzluğun ortasında sıkışıp kalmışken bile, en ufak müspet bir tutum nasıl da hoş bir esinti yaratmakta.
İş geldi dayandı yine sevgiye. Ama bu yüce duyguyu görmezden gelemeyiz ki. Sonuçta Yaradan'ın biz insanlara bahşettiği yegâne hazine. Ve eşliğinde anlayış, iyi niyet...
Bir diğer gerçek ise, hiçbir şeyin garantisinin olmadığı. Ne kadar garantici olursak olalım, düzen her an değişebilmekte.
Kısaca her şey olası hayat denen düzenekte. Her an her şey de hazırlıklı olmak ve şükretmek dayanak noktalarımızdan başlıcaları. Ve çabalamak... Durmaksızın hem de ya da elden geldiğince. Ama unutmamalı diğer yandan: Bizim uğraşlarımız ve bize eşlik eden kader denen mefhum. Bu da demek değil ki: Otur ve bekle...
Umudun eşliğinde bir yolculuk ve eşsiz bir hikaye her birimizinki... İster yalnız, ister birliktelikler eşliğinde. Ve tabii ki hali hazırda bekleyen sayısız sürpriz: İyi ya da kötü. Ama en azından iyi olmasını umduğumuz; içimizde bitmek bilmeyen sevginin eşliğinde üstelik.
Elbet bir yerlerde ve umulmadık anlarda karşımıza çıkması muhtemel her ne ya da her kim ise...
Sevgiler...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.