Biz gazetecilerin duayeni rahmetli Mahir Hocam yazılarında genel olarak eski ile yeni kıyaslamalar yapardı. Bizden eski olduğu için bizim bilmediklerimiz örf ve adetleri ondan öğrenirdik. Bene bazen bakıyorum yaşımız belli bir yere gelmiş torunlarla oynarken onlara eski oyunlardan oyun oynatmaya çalışıyorum. Dolayısı ile kendisini rahmetle anıyorum bazen hocamın yolundan giderek eskileri yeni nesil gençlere aktarmaya çalışıyorum. Bugünde herhalde bunlardan bazılarını onlarla paylaşacağım.
Cumartesi günü akşam çok soğuktu ve dışarıya çıkılacak gibi değildi. İlk önce uzaktaki torunların karnelerini sorup bilgi aldım ve beni sevindirdiler. Sonra bizim üniversiteli gencimiz Bahadır geldi. Bende bugün soğuk dolayısı ile küçük Erdoğan torunla oyun oynayıp güreş yaptık. Beni çok fazla evde bulamayınca akşam denk getirdi eskilerden birçok oyun ve masallar anlattım ve zevkli bir gece geçirdik.
Bizler köylü çocuğu olmamız nedeniyle kışlar çok çetin olurdu zamanımız hep evde geçerdi. O dönemler evde vakit geçirecek Televizyon dizileri ve programları yoktu. Bırakın Televizyonu evlerimizde elektrik yoktu. Evlerde genelde gaz lambası ve fakir olanların evinde de çıra dediğimiz aydınlatma aletleri vardı.
Genç kızlar ve gelinler o dönem o körsen ışıklarda yün çorap örerlerdi. Kimisi de gelinlik çeyiz için yastık üstü ve yatak oyası yaparlardı. Çorap yünleri öyle pazardan alınmaz evlerdeki koyunların yünü yıkanır eğrilir ve çorap olarak ev ahalisine giydirilirdi. Hatta genç kızlar bunları gelinlik çeyizin baş hediyesi olarak sandıklarında saklamaya örerlerdi.
Erkek çocuklarda genel olarak evde oyun çıkarır birlikte oyun oynarlardı. Bazen büyüklerin bugünkü hikaye diye okuduklarını bizlere masal olarak anlatır pür dikkat dinlerdik. Kış aylarını evde akşamları bu şekilde geçirirdik.
Bizim evimizde ağabeyimin çok yakın dostu olan saçları ve sakalı beyaz olduğu için yiğit lakabı anılır kır Mehmet, ya da ak Mehmet dediğimiz Mehmet amca bize gelir bizlere evde hikayeler anlatırdı. Hala unutmadığım Tilki, Tos kaba ve Yavsı hikayesini anlatırdı. Bu hikayeyi süsleyerek anlatırdı. Anlattığı bu hikaye inanın bir saat sürerdi.
Bu hikaye ortak tarlaya ekilen bir ekin hikayesi idi ama inanın gerçek gibi dinlerdik. Aslında bu hikayede asıl anlatılmak istenen mesele Tilkinin kurnazlığı idi. O dönem bu hikayeden bir sonuç çıkaramadık ama şimdi anlıyorum ki her hikayede hayatımıza katılan ve bize ders veren bir sonuç varmış.
Sonra evde aramızda oyun çıkarırdık, en önemli oyun ise gözlerimizi bağlar hadi beni bul oyunu oynardık. Bu oyunda inanın çok neşeli ve kahkahalar ile oynanan oyundu. Bu oyun esnasında bir göz oda olan evlerin altını üstüne getirirdik.
Eskiden evler genelde bir göz evlerdi ve mutfak kayıt evleri ayrı ayrı idi. Hepimiz aynı odaya toplanır burada oturur oyunlarımızı oynardık. Şimdiki çocuklar oturduğumuz evde oynasa anneler kıyameti koparır evin düzenini bozdunuz diye.
Bizim orada pekmez meşhur olduğu için rahmetli anam pekmez helvası yapardı. Bazen nohut ve kavurga kavurur akşamları burada ikram edilirdi. Pekmez helvası unun kavurumu ile yapılır tulumba tatlısının biraz kalını şeklinde yuvarlanırdı. En güzel tatlı ve çerezlik bunlardı ve yemeye doyamazdık.
Bazen son baharda bozulan bağların kışlık cinsi olurdu bunlar iğde çalısı ile serin evlere asılırdı. Bu üzümler hafif kırışsada Mart ayına kadar evlerde asılı dururdu. Zaman zaman akşamları bu doğal taze üzümler ikram edilirdi.
Kışlık saman damlarının üstüne de şimdiki gibi domates salatalık olmazdı. Yazdan kalma kızarmamış domatesler fideleri ile koparılır saman üstüne serilirdi. Kışın çürümeden kızaran domatesler kışın sofralarda yenirdi.
Eskiden herkes kavun ve karpuz ektiği için yine bu kavun ve karpuzlarda saman üzerine serilir kışın bahara kadar yenirdi. Yani Cumartesi günü çocukluğumu hatırlayıp eskileri yad ettim. Çokta güzel oldu ve bir nevi çocukluğumu yaşadım.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.