GELDİĞİN YERİ UNUTMA
12 Eylül 2014 Cuma 21:19
İnsanlar çiğ süt emmiştir, ne olacağına değil ne olduğuna bakarlar. Hani bir atasözü vardı, “ görmediğin oğlu olmuş çekmiş falanını koparmış” diye. Bazen insanlar geldiği yerleri çok çabuk unutur, sonra koltuk elden gidince aptallaşır sokakta kimse yüzüne bakmaz. Bunun numune ve örneklerini aslında sıkça görmekteyiz. Dün ağabey ...diye önünden geçmezken makam mevki sahibi olunca sana selam vermez, karşısında el pençe olmanı bekler. Ama bir gün o koltuk gidince boşluğa düşer ve sen ona selam vermezsin.
Konuya isterseniz H.Z. Alinin bir sözü ile devam edelim:
“Bulunduğun ortama uy ama geldiğin yeri unutma !” [H.z.Ali.r.a.]
Geçtiğimiz günlerde eski seçilmiş bir siyasimizle istemeyerek de olsa sohbet etme imkânı buldum. İsmini vermek istemiyorum ama insanların kendisine ilgisizliğinden şikâyet etti. “Makamda iken beni çok sevenler şimdi bana selam vermiyor” dedi. Aslında doğruyu söylüyordu, insanlara kendisini sevdirse idi, şimdi insanlar onu sevmeye devam ederdi. O zaman insanlar kendisine değil makamına saygı duyuyordu. Makam kendisinde ebedi kalacağını zannederek insanlara davranırsan bir gün toplumda saygı diye bir şey bulamazsın. Geldiğin yeri bileceksin, ne oldum delisi olmayacaksın. Bir gün toplumda yer bulabilesin.
Ben bunları kendisini sevmesem de yüzüne söylemek için oturup sohbet ettim. Gerek seçilmişler, gerekse atanmış makam ve mevki sahipleri dünyayı ben mi yarattım havasında olmamalılar. Dün geldikleri yeri unutmadan oturup hizmet etmeliler. Döndüklerinde insanlar onları eskisi gibi sevip sayabilsinler. Yoksa bir gün toplumun ondan yüz çevirdiğini göreceklerdir. Mevlana Hazretlerinin mesnevisinden bir kıssa ile konuyu taçlandıralım.
Gazneli Sultan Mahmud'un Eyaz isminde sadakati ve güzelliğiyle meşhur bir kölesi vardı.
Padişahın ona olan yakınlığını ve güvenini kıskanan düşmanları şikâyette bulundular:
"Eyaz'ın sarayda kilitli bir odası var. Altın dolu küplerini, gümüşlerini, bütün biriktirdiklerini orada saklıyor."
Böyle bir şeye ihtimal vermemesine rağmen, padişah da odada ne olduğunu merak etti. Bunu söyleyen beylerden birine, "Bu gece yarısı git, kapıyı aç, odaya gir. Ne bulursan yağma et. Gizlediği her neyse, herkese açıkla" dedi.
O bey, gece yarısı güvenilir otuz kişi ile birlikte meşaleler yakarak, odanın kapısına vardı. Kapıyı hırsla kırarak içeri daldılar.
İçeri girenler sağa sola bakındılar. Yırtık pırtık bir çarık ile eski posttan başka bir şey göremediler. Hazineyi gizlemek için bunları buraya koymuş, altınları yere gömmüştür dediler. Kazma, kürekle odanın her tarafını kazdılar. Tavanı, döşemeyi kaldırdılar. Sonunda bir şey bulamadılar. Söylediklerinden ve yaptıklarından utanarak padişahın huzuruna çıktılar.
Padişah gerçek düşüncesini gizleyerek, "Hani? Söylediğiniz altınlar nerede? Elleriniz bomboş" dedi.
Arama vazifesi verilen bey ve adamları utanç ve pişmanlık içerisinde padişahın önünde yere kapanarak,
"Ey padişahımız! Kanımızı döksen helaldir, bağışlarsan ihsanındır" diyerek özür dilediler.
Padişah, Eyaz'a bu odadaki hali sorunca, Eyaz :
"Saraya geldiğimde, üzerimden çıkardığım çarığım ile postumu bu odaya asmıştım. Her gün bu odaya uğrar, köyümde giydiğim çarık ve postuma bakarak "Geldiğin yeri unutup gurura kapılma. İşte çarığın, işte postun diyordum" diye anlattı.
Sultan'da kendisini affetmeleri için beylerine "Bana yalvarıp yakarmayı bırakın. Sizin hükmünüzü Eyaz verecek, gidin ona yalvarın" dedi.
Eyaz, "Padişahım, güneş varken, yıldızın hükmü olmaz. Ferman sultanımızındır. Ben çarık ve posttan vazgeçebilseydim, bunlar hasetle davranmayacaklardı. Kapıyı kilitlemeseydim, zanna düşmeyeceklerdi" diyerek kusuru kendi nefsinde gördü.
Sultan Mahmud, Eyaz'ın şefaatiyle, bey ve adamlarını bağışladı.
Varlık duygusu, makam hırsı insana sarhoşluk verir. Aklı baştan uçurur, utanmayı gönülden çıkarır. Varlık duygusunun ve makam hırsının kılavuzu şeytandır. Çünkü, "Adem benden üstün olamaz" diyerek, makam tuzağında ilk avlanan odur. Eyaz'ın gurura düşmemek için, çarığından ve postundan ibret aldığı gibi insan da topraktan yaratıldığını unutmamalıdır.
Mevlana - Mesnevi 5 / 3251
Konuya isterseniz H.Z. Alinin bir sözü ile devam edelim:
“Bulunduğun ortama uy ama geldiğin yeri unutma !” [H.z.Ali.r.a.]
Geçtiğimiz günlerde eski seçilmiş bir siyasimizle istemeyerek de olsa sohbet etme imkânı buldum. İsmini vermek istemiyorum ama insanların kendisine ilgisizliğinden şikâyet etti. “Makamda iken beni çok sevenler şimdi bana selam vermiyor” dedi. Aslında doğruyu söylüyordu, insanlara kendisini sevdirse idi, şimdi insanlar onu sevmeye devam ederdi. O zaman insanlar kendisine değil makamına saygı duyuyordu. Makam kendisinde ebedi kalacağını zannederek insanlara davranırsan bir gün toplumda saygı diye bir şey bulamazsın. Geldiğin yeri bileceksin, ne oldum delisi olmayacaksın. Bir gün toplumda yer bulabilesin.
Ben bunları kendisini sevmesem de yüzüne söylemek için oturup sohbet ettim. Gerek seçilmişler, gerekse atanmış makam ve mevki sahipleri dünyayı ben mi yarattım havasında olmamalılar. Dün geldikleri yeri unutmadan oturup hizmet etmeliler. Döndüklerinde insanlar onları eskisi gibi sevip sayabilsinler. Yoksa bir gün toplumun ondan yüz çevirdiğini göreceklerdir. Mevlana Hazretlerinin mesnevisinden bir kıssa ile konuyu taçlandıralım.
Gazneli Sultan Mahmud'un Eyaz isminde sadakati ve güzelliğiyle meşhur bir kölesi vardı.
Padişahın ona olan yakınlığını ve güvenini kıskanan düşmanları şikâyette bulundular:
"Eyaz'ın sarayda kilitli bir odası var. Altın dolu küplerini, gümüşlerini, bütün biriktirdiklerini orada saklıyor."
Böyle bir şeye ihtimal vermemesine rağmen, padişah da odada ne olduğunu merak etti. Bunu söyleyen beylerden birine, "Bu gece yarısı git, kapıyı aç, odaya gir. Ne bulursan yağma et. Gizlediği her neyse, herkese açıkla" dedi.
O bey, gece yarısı güvenilir otuz kişi ile birlikte meşaleler yakarak, odanın kapısına vardı. Kapıyı hırsla kırarak içeri daldılar.
İçeri girenler sağa sola bakındılar. Yırtık pırtık bir çarık ile eski posttan başka bir şey göremediler. Hazineyi gizlemek için bunları buraya koymuş, altınları yere gömmüştür dediler. Kazma, kürekle odanın her tarafını kazdılar. Tavanı, döşemeyi kaldırdılar. Sonunda bir şey bulamadılar. Söylediklerinden ve yaptıklarından utanarak padişahın huzuruna çıktılar.
Padişah gerçek düşüncesini gizleyerek, "Hani? Söylediğiniz altınlar nerede? Elleriniz bomboş" dedi.
Arama vazifesi verilen bey ve adamları utanç ve pişmanlık içerisinde padişahın önünde yere kapanarak,
"Ey padişahımız! Kanımızı döksen helaldir, bağışlarsan ihsanındır" diyerek özür dilediler.
Padişah, Eyaz'a bu odadaki hali sorunca, Eyaz :
"Saraya geldiğimde, üzerimden çıkardığım çarığım ile postumu bu odaya asmıştım. Her gün bu odaya uğrar, köyümde giydiğim çarık ve postuma bakarak "Geldiğin yeri unutup gurura kapılma. İşte çarığın, işte postun diyordum" diye anlattı.
Sultan'da kendisini affetmeleri için beylerine "Bana yalvarıp yakarmayı bırakın. Sizin hükmünüzü Eyaz verecek, gidin ona yalvarın" dedi.
Eyaz, "Padişahım, güneş varken, yıldızın hükmü olmaz. Ferman sultanımızındır. Ben çarık ve posttan vazgeçebilseydim, bunlar hasetle davranmayacaklardı. Kapıyı kilitlemeseydim, zanna düşmeyeceklerdi" diyerek kusuru kendi nefsinde gördü.
Sultan Mahmud, Eyaz'ın şefaatiyle, bey ve adamlarını bağışladı.
Varlık duygusu, makam hırsı insana sarhoşluk verir. Aklı baştan uçurur, utanmayı gönülden çıkarır. Varlık duygusunun ve makam hırsının kılavuzu şeytandır. Çünkü, "Adem benden üstün olamaz" diyerek, makam tuzağında ilk avlanan odur. Eyaz'ın gurura düşmemek için, çarığından ve postundan ibret aldığı gibi insan da topraktan yaratıldığını unutmamalıdır.
Mevlana - Mesnevi 5 / 3251
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2010 Haber Bölge
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.