ÜZÜLÜRSÜN
05 Haziran 2014 Perşembe 13:06
Hani bazen yazarım ya Nasrettin hocanın salatalık kabuğu yemesi gibi, biz gazeteciler bize anlatılanlar ve söylenenler hakkında yazı yazsak işimiz var. Yani kısacası her salatalık gösterenin arkasına tuz alıp koşsak işimiz var. Belki bazen incittiğim insanlar oluyor, ama inanın onları haksız yere incitmiyorum. Mut...laka arkasında kamuyu ve ya vatandaşı ilgilendiren bir konu ve haksızlık vardır. Eğer şahsi meselelerimle ilgili nefsime kapılıp bazı insanlar ile ilgili elimdeki belge ve bildiklerimi yazsam inanın dışarı çıkamazlar. Mecbur kalmadıkça yazmamaya çalışıyorum, umarım beni mecbur etmezler.
Zaman zaman haksızlık ve iftiralara uğradım, hak etmediğim ithamlarla karşılaştım. Ama bunları genelde intikam duygusu ile öç almak için kalemimi silah olarak kullanmadım. Ama zorunlu olarak cevap vermem gereken konular olmuşsa ona cevap vermek durumunda kalmışımdır. İftira ve zandan sürekli kaçındım ve kaçınmaya devam ediyorum. Belgesiz ve delilsiz konuları yazmamak benim genelde ana prensibimdir.
Bazen eğdirip bükmeden yazdıklarım oluyor, o da benim gazetecilik anlayışım. Bundan dolayı belki bana kırılanlar oluyor ama bana kırılana kadar kendisini insan bir hesaba çekmeli. Efendim bildiğin her şeyi yazmasan olmaz mı diyenler de oluyor. Samimiyetimle söylüyorum çok bildiklerimi yazmamaya gayret ediyorum, ama yazmamam bir terbiye ve geçmiş dostluktan kaynaklanıyor.
Öyle dedikoducu insanlar var ki, adamın işi gücü dedikodu yapmak. Arada laf taşıyıp kızdığı insanları yıpratmak yaralamak. Eli boş olan insanların işi dedikodu yapmak, işi olan zaten kendi işi ile meşgul oluyor başkalarını çekiştirmeye vakti yok.
Keşke bazı insanların alnında insanlığa zararlı yazısı yazsa. Böyle bir yazış huzuru mahşerde olacağına burada olsa da onların yüzüne tükürsek. Elbette bende dahil herkesin kusur ve kabahati vardır, bu kusur ve kabahat kedine zarar veriyorsa deşelemenin anlamı yok. En doğrusu bu tür insanları bir kenara çekip ikaz ederek uyarmak. Uyarıdan anlamayıp tepki verecek cinstense zaten onunla meşgul olup zaman kaybetmenin anlamı yok.
Geçen hadisleri karıştırırken Tirmizide bir Hadis-i Şerife rastladım:
“Kıyamet yaklaştıkça fitneler çoğalır. Böyle zamanlarda kenarda kalan ileri atılandan, oturan ayakta olandan, ayakta olan yürüyenden, yürüyen de koşandan hayırlıdır, evinizde oturun, fitneye karışmayın!” ( Hadis-i şerif)
İşte bu hadiste bahsedildiği gibi fitne ve dedikoducuların gerisinden gitmek ve onunla muhatap olmak yerine evde oturmak daha hayırlıdır diyor. Bazen bizim meslek erbaplarının bir kısmı tarafından da sempatik bulunmadığımı biliyorum. Bunun nedeni ise hadisteki düsturları kendime uygulamaya çalışmamdandır. Yoksa kimse ile ne kişisel nede şahsi bir problemim var. Ben sadece işimi yapmayı seviyorum, yarına ne yapabilirimle meşgul oluyorum. Her meslek sahibi zaten bunu yapsa kimse ile bir problem olmaz saygı ve sevgide doruğa çıkacağını düşünüyorum.
Esnaflık ve meslekler içinde fitne ve dedikodu mağazası olsa herhalde bunu açacak çok kişi var. Allahtan böyle bir meslek ve esnaflık dalı yok. Mevlana Hazretlerinin şu cümlesi inanın çok hoşuma gider:
“Mum olmak kolay değildir ışık saçmak için önce yanmak lazım.”
İnsanlara ışık mı veriyoruz, yoksa karanlık mı saçıyoruz buna neden bakmayız? Mezarlığı bir gezin orada ne karanlık saçanlar yatıyor, onlar bizim için bir ders değil mi?
Ben bugünkü yazımı daha önce hazırlayıp bir kenara kaydettiğim şu güzel sözlerle tamamlamak istiyorum.
Cahil ile dost olma: İlim bilmez, irfan bilmez, söz bilmez; üzülürsün....
Saygısızla dost olma: Usul bilmez, adap bilmez, sınır bilmez; üzülürsün.
Açgözlü ile dost olma: İkram bilmez, kural bilmez, doymak bilmez; üzülürsün,
Görgüsüzle dost olma: Yol bilmez, yordam bilmez, kural bilmez; üzülürsün.
Kibirliyle dost olma: Hal bilmez, ahval bilmez, gönül bilmez; üzülürsün.
Ukalayla dost olma: Çok konuşur, boş konuşur, kem konuşur; üzülürsün.
Namertle dost olma: Mertlik bilmez, yürek bilmez, dost bilmez; üzülürsün.
Zaman zaman haksızlık ve iftiralara uğradım, hak etmediğim ithamlarla karşılaştım. Ama bunları genelde intikam duygusu ile öç almak için kalemimi silah olarak kullanmadım. Ama zorunlu olarak cevap vermem gereken konular olmuşsa ona cevap vermek durumunda kalmışımdır. İftira ve zandan sürekli kaçındım ve kaçınmaya devam ediyorum. Belgesiz ve delilsiz konuları yazmamak benim genelde ana prensibimdir.
Bazen eğdirip bükmeden yazdıklarım oluyor, o da benim gazetecilik anlayışım. Bundan dolayı belki bana kırılanlar oluyor ama bana kırılana kadar kendisini insan bir hesaba çekmeli. Efendim bildiğin her şeyi yazmasan olmaz mı diyenler de oluyor. Samimiyetimle söylüyorum çok bildiklerimi yazmamaya gayret ediyorum, ama yazmamam bir terbiye ve geçmiş dostluktan kaynaklanıyor.
Öyle dedikoducu insanlar var ki, adamın işi gücü dedikodu yapmak. Arada laf taşıyıp kızdığı insanları yıpratmak yaralamak. Eli boş olan insanların işi dedikodu yapmak, işi olan zaten kendi işi ile meşgul oluyor başkalarını çekiştirmeye vakti yok.
Keşke bazı insanların alnında insanlığa zararlı yazısı yazsa. Böyle bir yazış huzuru mahşerde olacağına burada olsa da onların yüzüne tükürsek. Elbette bende dahil herkesin kusur ve kabahati vardır, bu kusur ve kabahat kedine zarar veriyorsa deşelemenin anlamı yok. En doğrusu bu tür insanları bir kenara çekip ikaz ederek uyarmak. Uyarıdan anlamayıp tepki verecek cinstense zaten onunla meşgul olup zaman kaybetmenin anlamı yok.
Geçen hadisleri karıştırırken Tirmizide bir Hadis-i Şerife rastladım:
“Kıyamet yaklaştıkça fitneler çoğalır. Böyle zamanlarda kenarda kalan ileri atılandan, oturan ayakta olandan, ayakta olan yürüyenden, yürüyen de koşandan hayırlıdır, evinizde oturun, fitneye karışmayın!” ( Hadis-i şerif)
İşte bu hadiste bahsedildiği gibi fitne ve dedikoducuların gerisinden gitmek ve onunla muhatap olmak yerine evde oturmak daha hayırlıdır diyor. Bazen bizim meslek erbaplarının bir kısmı tarafından da sempatik bulunmadığımı biliyorum. Bunun nedeni ise hadisteki düsturları kendime uygulamaya çalışmamdandır. Yoksa kimse ile ne kişisel nede şahsi bir problemim var. Ben sadece işimi yapmayı seviyorum, yarına ne yapabilirimle meşgul oluyorum. Her meslek sahibi zaten bunu yapsa kimse ile bir problem olmaz saygı ve sevgide doruğa çıkacağını düşünüyorum.
Esnaflık ve meslekler içinde fitne ve dedikodu mağazası olsa herhalde bunu açacak çok kişi var. Allahtan böyle bir meslek ve esnaflık dalı yok. Mevlana Hazretlerinin şu cümlesi inanın çok hoşuma gider:
“Mum olmak kolay değildir ışık saçmak için önce yanmak lazım.”
İnsanlara ışık mı veriyoruz, yoksa karanlık mı saçıyoruz buna neden bakmayız? Mezarlığı bir gezin orada ne karanlık saçanlar yatıyor, onlar bizim için bir ders değil mi?
Ben bugünkü yazımı daha önce hazırlayıp bir kenara kaydettiğim şu güzel sözlerle tamamlamak istiyorum.
Cahil ile dost olma: İlim bilmez, irfan bilmez, söz bilmez; üzülürsün....
Saygısızla dost olma: Usul bilmez, adap bilmez, sınır bilmez; üzülürsün.
Açgözlü ile dost olma: İkram bilmez, kural bilmez, doymak bilmez; üzülürsün,
Görgüsüzle dost olma: Yol bilmez, yordam bilmez, kural bilmez; üzülürsün.
Kibirliyle dost olma: Hal bilmez, ahval bilmez, gönül bilmez; üzülürsün.
Ukalayla dost olma: Çok konuşur, boş konuşur, kem konuşur; üzülürsün.
Namertle dost olma: Mertlik bilmez, yürek bilmez, dost bilmez; üzülürsün.
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2010 Haber Bölge
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.